11 Ağustos 2007 Cumartesi

Kanser Nedir?


Kanser Nedir?

Kanser önemi giderek artan bir sağlık ve yaşam sorunu durumundadır. Ölüm nedeni olarak, kalp ve damar hastalıklarının hemen ardından gelmektedir. Batı toplumlarında her yıl 250-350 kişiden biri kansere tutulmaktadır. 60 yaşın üzerindeki gurupta ise kanser sıklığı çok artmakta 300 kişide 4-5 civarına yükselmektedir. Ülkemizde kesin istatistikler bulunmamakla birlikte insidansın bunun yarısı kadar olduğu tahmin edilmektedir. Yurdumuzda en sık görülen kanserler erkeklerde akciğer, prostat, kalın barsak, rektum, mide ve pankreas; kadınlarda meme, akciğer, kalın barsak, rektum, serviks, over, mide ve pankreas kanserleri olarak sıralanabilir. Deri kanseri sıklığı her iki cinste de yüksek olmakla birlikte, habis melanom dışındaki deri kanserleri tedaviye iyi cevap verdiklerinden ölüm oranı çok düşüktür.

Kanserin Biyolojisi

Kanser, bazı etkilerle değişime uğramış hücrelerin, gerek yerel ve gerek uzak noktalarda kontrolsüz olarak çoğalıp büyümelerinin sonucu oluşan habis hastalıklar grubudur. Normalde hücreler belli bir kontrol altında, ihtiyaca göre bölünerek çoğalırlar. Hücreler bir taraftan programlı ölüm ya da "apoptoz" denen olay ile yok olurken, diğer taraftan da büyüme faktörlerinin etkisiyle çoğalır. Büyüme faktörleri normalde DNA'daki çeşitli genlerin etkisiyle oluşan proteinlerdir. Bu genler mutasyona (değişime) uğrayarak hücrelerin aşırı büyümesine sebep olurlarsa, o zaman kanser oluşur ve bu genlere de "onkogen" denir. DNA hayatın merkezi maddesi olarak kabul edilebilir. DNA'da genler bulunmaktadır. Genler, anne veya babadan çocuğa siyah ya da sarı saç veya mavi göz gibi özelliklerin ya da talasemi (Akdeniz anemisi) gibi hastalıkların geçmesine sebep olan kalıtım birimleridir. DNA uzun bir teyp şeridi gibidir. Vücudumuza nasıl büyüyeceğini bildiren, hatta davranışlarımızı belirleyen biyolojik bir programlar dizinidir. DNA bilgisayardaki programları taşıyıcı şeritlere benzetilebilir. DNA, deoksiribonükleik asid dediğimiz hücre çekirdeği asidinin baş harflerinden oluşan bir kısaltmadır. DNA hücrelerde kromozom şeklinde bulunur. İnsan vücudunda milyarlarca hücre vardır ve her hücredeki DNA o hücrenin kontrol merkezidir. İnsanda 23 çift kromozom vardır. Bunlar çekirdekte çiftler halinde bulunurlar. Yalnız son çifttekiler cinsiyet kromozomu olarak farklıdır; kadında XX ve erkekte XY olarak bulunur. Kanser genleri ya da onkogenler 70'li yılların sonlarına doğru bulunmağa başlanmış ve günümüze kadar çok aktif araştırmaların konusunu oluşturarak, kanserin daha iyi anlaşılmasına, tanı ve tedavinin geliştirilmesine hizmet etmişlerdir. Onkogenleri oluşturan mutasyonlar, karsinojen maddelerin, virüslerin ve X ışınlarının etkisiyle meydana gelir. Kanser bir organda oluştuktan sonra, uzak doku ve organlara da metastaz dediğimiz yerleşmeler yapar ve genel olarak hastalar metastazlar nedeniyle kaybedilir. Hızlı ilerleyen kanserlerde metastaz erken, daha iyi gidişli kanserlerde ise metastaz geç oluşur. Metastaz oluşumu tesadüften çok, kanser hücrelerinin bazı organlara kolay yerleşmelerini sağlayan özelliklerine bağlıdır. Örneğin, kolon kanserleri karaciğere, prostat kanserleri kemiğe metastaz yapmayı tercih etmektedir. Burada, kanserli dokuda kan akımı, damar hücrelerinin aktivasyonu gibi faktörler rol oynamaktadır. Onkogenlerin yanında anti-onkogenler de çok önemlidir. Onkogenler kansere sebep olurken, anti-onkogenler kanseri önleyen genlerdir. Anti-onkogenlere "tümörü baskılayan genler" de denir. Bunlar doğal hallerinde iken, yani mutasyona uğramamış hallerinde iken hücre bölünmesini ve çoğalmasını frenleyen, durduran genlerdir. Örnek olarak retinoblastoma genini ve p53 genini gösterebiliriz.

Sonuç

Kanser çok önemli bir hastalıklar grubudur. Tedavisi ve tanısı bir çok uzmanlık dallarının işbirliğini gerektirmektedir. Tedavisi güçtür. Erken tanı önemlidir. Cerrahi ve radyoterapi lokal tedavi yöntemleri olup, onların arkasından kemoterapi ve immünoterapi gibi sistemik tedaviler uygulanmaktadır. Kemoterapi sitotoksik ilaçlarla yapıldığı için özel bir ihtisas konusudur. Etkili dozlarda, fakat hastayı yan tesirlerden koruyarak yapılması gereklidir. Moleküler biyolojinin verdiği yeni bilgiler kanser tedavisi için umut vaad etmektedir. Onkogenleri ve onların ürünlerini baskılayan özel maddeler halen araştırılmaktadır. Anti-onkogenlerin de tedaviye katılmaları için çalışılmaktadır. Kanserde belki tedaviden daha önemli olan husus kanserin önlenmesidir. Önlemede karsinojenik (kanser yapıcı) maddelerden uzak durmak, temiz ve sağlıklı yaşamak ve uygun bir diyet uygulamak gibi hususlara uyulması kanser sıklığını rahatça yarıya indirebilir. Gelecekte kemoprevansiyon yani kimyasal maddelerle kanseri önlemek de yararlı olabilecektir.

Kemoterapi İlaçları

KEMOTERAPİ AJANLARI VE YAN ETKİLERİ

Aşağıda listelenmiş halde kemoterapi ilaçları ve olası yan etkileri sunulmuştur. Akılda tutulması gereken önemli nokta her ilaç için bu yan etkilerin belli oranlarda görülebileceği veya bazı hastalarda hiçbir yan etkinin ortaya çıkmayabileceğidir.

BCNU (Carmustine): Uygulaması damar içine olarak 15 ila 45 dakika arasında değişmektedir. Daha kısa süreli infüzyonlarda; damarda şiddetli yanma ve kabarma görülmektedir. Yan etkileri arasında kemik iliği baskılanması görülmekte ve bu yan etki genellikle geç ortaya çıkmaktadır. Diğer yan etkileri, uygulanan damar boyunca yanma ve ağrı, yüzde kızarma, bulantı ve kusmadır. Az rastlanan yan etkiler arasında ise, çoğunlukla geri dönüşümlü olan karaciğer ve böbrek fonksiyonlarında bozulma görülmektedir. Uzun dönem tedavi olarak uygulandığı takdirde akciğerlerde hasar (toksisite) oluşmasına sebep olabilmekte (nefes darlığı yaratmakta) ve bu durumda ölüm riski yaratabilmektedir.

Bleomycin: Uygulaması damar içi, kas içi, derialtı veya intrakavital (Akciğer zarı, karın zarı içine) olarak değişmektedir. Yan etkileri arasında şiddetli ateş ve deri reaksiyonlarının (deride siyaha çalan renk değişimi) yanı sıra deride yanma ve iltihaplanma, tırnak yuvasında şişme ve kalınlaşma görülmektedir. Saç kaybı, kaşıntı ve baş ağrısı da görülebilecek yan etkiler arasındadır. 400U' dan daha yüksek toplam doza ulaşılması durumunda yüksek akciğer toksisitesi riski gözlenmektedir.

Busulfan : Oral olarak uygulanmaktadır.Yan etkileri; düşük doz uygulandığında düşük lökosit sayısı, yüksek dozda uygulandığında ise pansitopenidir. Akciğerde nefes darlığına yol açan fibroza sebep olabilmekte fakat bu nadiren ölümcül olmaktadır. Hormonal olarak, jinekomasti (meme dokusunda büyüme), testislerde hasar veya işlevsizlik, iktidarsızlık ve amenoreye (amonerrhea) neden olabilmektedir.Böbrek üstü bezi işlevlerinde bozulma ve deride siyahlaşma görülen yan etkileri arasındadır.

Carboplatin (Paraplatin): Damar içine uygulanmaktadır. Yan etkileri, kemik iliği baskılanması ve özellikle kanama riskini artıran trombositopenidir. Bunların yanı sıra, bulantı, kusma ve nefrotoksisite (böbrek hasarı), nörotoksisite (ayaklarda ellerde hissizlik ve karıncalanma) ve ototoksisite (duyma duyusunda azalma) de görülebilen yan etkiler arasında olsa da bunlar sisplatine göre nispeten daha azdır. Nadir görülen yan etkiler ise(%3'den daha az ) saç kaybı, deride kızarıklık, ağızda yara oluşumu ve soğuk algınlığı benzeri durumdur (ateş, üşüme, titreme, baş ağrısı, eklem ağrısı, kas ağrısı ).

CCNU (Lomustin): Ağız yoluyla uygulanmaktadır. Aç karnına alınmalıdır. Doz kısıtlayıcı yan etkileri; enfeksiyon riskini artıran kemik iliği baskılanması, kanama ve kansızlıktır. Diğer yan etkiler arasında ishal, iştah kaybı, uyuşukluk, koordinasyon bozukluğu yer almaktadır. Saç kaybı ve geçici karaciğer fonksiyon yetersizliği de ortaya çıkabilen yan etkiler arasındadır.

Chlorambucil (Leukeran): Ağız yoluyla uygulanmaktadır. Kan hücrelerinden eritrosit, lökosit ve trombositlerin düşmesine sebep olan kemik iliği baskılanması doz kısıtlayıcı yan etkisidir. Yüksek dozda uygulandığında, merkezi sinir sistemi üzerinde nöbet ve koma gibi bazı etkileri görülmüştür. Çok sık olmasa da mide barsak sistemde ağrı ve kasılmalar ortaya çıkabilmektedir. Uzun dönem tedavi olarak kullanıldığında akciğerde hasar oluşumuna sebep olabilmektedir. Son olarak bu ajanın kullanılmasıyla sperm oluşumu baskılanabilmektedir.

Cholrodeoxyadenosine (Cladribine): Uygulaması sürekli damar içi infüzyonla 5 ila 7 gün arasında değişmektedir. Başlıca yan etkisi nötröfil ve lenfosit hücrelerinde görülen düşüştür. Bu düşüş bakteriyel enfeksiyonların oluşmasına meydan verirken, ilaçtan dolayı oluşan bağışıklık sisteminin baskılanması tehlikeli enfeksiyonların oluşmasına sebep olabilmektedir. Bu ilacı kullanan hastaların %50'sinde deride kızarıklık ve kurdeşen oluşumu görülmüştür.

Cis-platinum: Damar yoluyla veya vücut boşluklarına uygulanmaktadır.İlacı kullanacak hastanın sıvı dengesinin iyi olması gerekmektedir. Sıvı dengesinin yetersiz kalması durumunda, yan etkilerin daha şiddetli şekilde ortaya çıktığı kanıtlanmıştır.Böbrek fonksiyonları yetersiz olan, duyma güçlüğü çeken, daha önceden nöropatiye (periferal sinir sistemi hasarı) maruz kalmış veya cis-platin alerjisi olan hastalarda uygulanırken son derece tedbirli davranılmalıdır. Yan etkileri; bulantı-kusma, anafilaktik reaksiyonlar (hızlı nabız, hırıltı, düşmüş kan basıncı ve yüzde oluşan ödemler) , böbrek fonksiyonlarında bozulma, işitme zorluğu, ellerde ve ayaklarda karıncalanma ve hissizlik yaratan sinir hasarı, kanama ve enfeksiyona sebep olan kemik iliği baskılanması, elektrolit (sodyum, potasyum, magnezyum) dengesizlikleri ve kalp rahatsızlıklarıdır.

Cytarabine (Ara-C): Uygulaması derialtı, kas içi veya damar içi olarak yapılabilmektedir. Doz kısıtlayıcı toksisitesi, genellikle geç ortaya çıkan kemik iliği baskılanmasıdır. Uygulanan yüksek toplam dozlar kalıcı merkezi sinir sistemi hasarına yol açabilmektedir. Beyincikte meydana gelebilecek hasar; konuşmada zorluk, yürümede zorlanma, görme mekanizmasında bozulma ve bazı nörolojik sorunlara yol açabilir. Beyincikte oluşan hasar genellikle 50 yaş üstü hastalarda ortaya çıkmaktadır. Diğer ortaya çıkabilecek yan etkiler, deride kızarıklık, bulantı ve kusma, ishal, iştah kaybı, ağızda oluşan yaralar, geçici karaciğer fonksiyon bozukluğu, ateş, vücut ağrısı, deride kızarıklık ve gelişebilecek soğuk algınlığı benzeri tablodur. Nadiren akciğerlerde sıvı tutulumu meydana gelebilmektedir.

Cyclophosphamide (Endoksan): Damar içi yada ağız yoluyla uygulanmaktadır. Yan etkileri; kemik iliği baskılanması, hemorajik sistit (kanlı idrarla birlikte mesanede şiddetli yanma hissi), saç kaybı, elektrolit dengesizlikleri (özelikle sodyum), bulantı ve kusmayla ortaya çıkan gastrointestinal hasar ve nadir karaciğer fonksiyon bozukluklarıdır. Akciğerlerde hasarlanması görülebilir. Cinsel olarak; adet atlaması, testislerde ve yumurtalıklarda fonksiyon bozuklukları ortaya çıkabilmektedir. Kısırlık yapabilir.

Docetaxel (Taxotere):
Uygulaması damar yoluyla yapılır. Doz kısıtlayıcı yan etkileri nötropeni (düşük kan akyuvar sayısı) ve nadiren düşük trombosit (kanda pıhtılaşmayı sağlayan hücre sayısında azalma) sayısıdır. Allerjik reaksiyonlara, akciğerde ve bacaklarda şişliklere neden olabilmektedir. Ellerde ve ayaklarda karıncalanma ve hissizlik yaratan sinir hasarı yapabilir.

Doxorubicin (Adriamycin): Kullanılan genel uygulamaları damar yoluyladır. Yan etkileri; kemik iliği baskılanması, stomatit (ağızda oluşan yara), bulantı, kusma ve nadiren ishaldir. Deride hiperpigmentasyon (deri renginde koyulaşma) ve tırnaklarda renk değişiklikleri yanı sıra, gözlerde yanma ve aşırı yaşlanma görülebilecek olası yan etkiler arasındadır. Fark edilebilir saç kaybına sebep olur. Radyoterapi almış hastalarda yenileyen yumuşak deri reaksiyonları görülmektedir.

Damar dışına sızması durumunda (Ekstravazasyon) sızıntı olan bölgede derin doku hasarına yol açabilir. Ekstravazasyon görülen hastaların %33'ünde ciltte derin yara oluşumu görülmüştür. Oluşan yaranın iyileşmediği durumlarda bazen cerrahi müdahale gerekebilmektedir.

Doksorubisin uygulamasının en önemli yan etkisi kalp hasarı gelişimidir. Uygulanan doza bağımlı gelişen kalp hasarının tıbbi tedavisi oldukça zordur. Bu komplikasyonun ortaya çıkmasında etkili olan risk faktörleri; maksimum doz olan 550mg/m2 doza ulaşılması, hastanın 70 yaş ve üzeri olması, kalp bölgesinden radyoterapi almış olması ve geçmişte kalp krizi yada yüksek kan basıncı gibi kalp hastalıklarına sahip olmasıdır.

Etoposide (VP-16, VePesid): Uygulaması damar yoluyla en az 30 dakika şeklindedir. İlaç çok hızlı verildiği takdirde şiddetli hipotansiyon (düşük kan basıncı) ortaya çıkabilmektedir. Etoposid aynı zamanda ağız yoluyla da verilebilmektedir. İlacın damar dışına kaçmasından kaçınılmalıdır. Başlıca yan etkisi kemik iliği baskılanmasıdır. Bulantı, kusma ve iştah kaybı ortaya çıkabilir. Diğer yan etkiler, saç kaybı, baş ağrısı, ateş ve düşük kan basıncıdır. Nadiren kalp krizi, kalp yetmezliği, sinir hasarı, yorgunluk, uyku, ve eller-ayaklarda karıncalanma ortaya çıkabilir. Ayrıca lösemi (kan kanseri) gelişim riskinde artış olabileceği görülmüştür.

5-Flourouracil (5-FU): Damar yoluyla ve bazı vücut boşluklarına uygulanabilmektedir. Yan etkileri, bulantı, kusma, ağızda yara (stomatit-mukozit) oluşumu, yemek borusunda yaralar ve mide ülserleridir. Düşük lökosit sayısı görülebileceği gibi, saç kaybı ve tırnaklarda renk değişimi ortaya çıkabilmektedir. Cilt güneşe duyarlı hale geldiği için güneşten sakınma önerilmektedir. Baş ağrısı, görme bozuklukları ve yürürken denge kaybı (serebellar ataksi) gibi yan etkiler nadir görülen yan etkisidir. Göğüs ağrısı, ani ölüm ve düzensiz kalp atışları şeklinde bildirilen kalp hasarı vakaları mevcuttur fakat mekanizması bilinmemektedir. Ayrıca, deride kızarıklık ve kabarma, el-ayaklarda yanma hissine neden olabilmektedir.

Fludarabine (Fludara): Uygulaması damar yoluyla kısa süreli (30 dakika civarında) veya ağız yoluyladır. Yan etkileri arasında kemik iliği baskılanması bulunmaktadır. Bu durum enfeksiyon kapma riskini artırmaktadır.Diğer yan etkiler; bulantı, kusma, ishal (hastaların %30'u), hafif ve geçici böbrek ve karaciğer yetmezliğidir. Uyku ve deride kızarıklık nadiren görülen yan etkilerdir. Akciğerde iltihaplanma(interstisyel pnömoni) az görülür fakat birkaç hafta içinde geri dönüşüm göstermektedir.

Gemcitabine (Gemzaar): Uygulaması damar yoluyla 30 dakika civarındadır. Yan etkileri, kanama riskini artıran kemik iliği baskılanmasıdır (azalmış trombosit sayısı). Diğer yan etkileri; deride kızarıklık, ateş , bulantı- kusma ve grip benzeri tablodur.

Herceptin (Trastuzumab): Uygulaması damar yoluyladır. Tek başına verildiğine görülen yan etkiler, ishal, üşüme, ateş, baş ağrısı, baş dönmesi, düşük kan basıncı ve deride kızarıklıklardır. Kemoterapiyle birlikte verildiğinde kalbe yönelik yan etkileri artmaktadır. Kombinasyon şeklinde diğer ilaçlarla kullanıldığında görülen diğer bir yan etki ise hafif ve orta derecede üst solunum yolu enfeksiyonlarıdır.

Ifosfamide (Haloksan):
Uygulaması damar yoluyla kısa süreli şekilde ve 30 dakika civarında olmasına rağmen uzun süreli uygulamalara (120 saate kadar) çıkılabilmektedir. Mesna kullanımı ve sıvı desteği yüksek doz ifosfomid kullanımından kaynaklanan hematüriyi (kanlı idrar) önlemek amacıyla gereklidir.

Saç kaybı, bulantı kusma ve kemik iliği baskılanması bildirilen yan etkiler arasındadır. Ifosfamid yüksek dozda kullanıldığında nörolojik toksisite ortaya çıkabilmektedir. Nöbet geçirme, yürümede zorluk çekme ve güçsüzlük gibi komplikasyonlarla da karşılaşılmıştır.

Irinotecan (Campto):
Uygulaması damar yoluyladır. Doz kısıtlayıcı yan etkileri ishal ve düşük lökosit sayısıdır (enfeksiyon riskini artırır). Diğer yan etkileri, bulantı , kusma ve saç kaybıdır. Ateş ve nefes darlığıyla ortaya çıkan akciğer toksisitesi görülebilmektedir.

Melphelan (Alkeran): Uygulaması oral yoldandır. Emilim en iyi aç karnına gerçekleşmektedir. Başlıca yan etkisi kemik iliği baskılanmasıdır. Uzun dönem kullanıldığında miyelodisplazi ve lösemi (kan kanseri) riskini artırmaktadır. Diğer yan etkileri, saç kaybı, stomatit (ağızda yaralar), dermatit (ekzema) ve Akciğer fibrozisidir. Bunların yanında, düşük kan basıncıyla şiddetli allerjik reaksiyonlar, terleme ve kalp rahatsızlıkları bildirilmiştir.

Methotrexate : Ağız yoluyla, kas içine, damar içine veya intratekal (beyni çevreleyen zar bölgesinin içine) uygulanabilmektedir. Kemik iliği baskılanması (enfeksiyon riskini artırır),bulantı, kusma, iştah kaybı görülen yan etkileridir.Dişeti enfeksiyonu, faranjit, mukozal ülser oluşumu diğer yan etkileridir. Karaciğer yetmezliği, deride kızarıklık, kaşıntı, renk değişiklikleri, saç kaybı ve ışığa duyarlılık gibi yan etkiler bildirilmiştir. Yüksek doz kullanıldığında böbrek yetmezliğine neden olabilir. Baş dönmesi, bulanıklık, üşüme, ateş, akciğer fibrozu gibi yan etkilerle de karşılaşılmıştır.

Mitoxantrone (Novantrone): Uygulaması damar yolundandır. İlacın ekstravazasyona (damar dışına ilaç sızması) yol açmaması için çok dikkatli olunmalıdır. Doz kısıtlayıcı yan etkisi kemik iliği baskılanmasıdır. Diğer yan etkileri; bulantı, kusma ve stomatittir (ağızda yaralar). Nadir görülen yan etkileri arasında ise; kabızlık ve saç kaybı bulunmaktadır.

Kalbe yönelik yan etkileri oluşabilmektedir. Bunu önlemek için uygulanan maksimum dozun (toplamdozun) 160mg/m2'yi geçmemesi gerekmektedir.

Oxaliplatin (Eloxatin): Damar yoluyla kısa süreli veya uzatılmış 120 saate kadar sürekli infüzyon şeklinde uygulanabilmektedir. Sinir hasarı (ellerde ve ayaklarda bazen dudaklarda hissizlik ve karıncalanma) olabilir fakat genellikle ilaç kesildikten sonra düzelir. Kanda lökosit ve trombositlerde hafif düşüşlere sebep olabilir.

Paclitaxel (Taxol): Uygulaması damar yoluyladır. İlacın uygulaması sırasında allerjik şok ve diğer allerjik reaksiyonlara raslanabilmektedir. Bu reaksiyonlar; hırıltı, nefes darlığı, yüzde kızarma, şişme ve düşen kan basıncı (tansiyon) dır.

Taxol' ün doz kısıtlayıcı yan etkisi kemik iliği baskılanmasıdır. Hissizlik, karıncalanma ve acıyla ortaya çıkan nöropati (sinir hasarı) görülebilen yan etkileridir. Nöropati ilacın kullanımı kesildiğinde geri dönebilmektedir. Fakat şikayetlerin kaybolması genellikle birkaç ay sürmektedir. Kalp atışında yavaşlamaya (bradikardiye) sebep olmaktadır fakat bu kısa sürelidir. Diğer yan etkileri, bulantı, kusma, ishal, ağız yarası, saç kaybı, eklem-kas ağrılarını kapsayan soğuk algınlığı sendromu, ateş, deride kızarıklık, baş ağrısı ve yorgunluktur.

Procarbazine (Natulan): Uygulaması ağız yoluyla yada damar yolundandır. Procarbazine'nin bazı gıdalar ve ilaçlarla etkileşimi vardır. Bu nedenle bu gıdalar ve ilaçlar tedavi süresince alınmamalıdır. Bu yan etkiye sebebiyet verebilecek bazı ilaçlar etanol (alkol), efedrin, epinefrindir. Bu ilaçlarla, bulantı ve kusma, görsel rahatsızlıklar ve baş ağrısının yanı sıra, göğüs ağrısı ve anormal nabız gibi kalp rahatsızlıklarına da sebep olabilmektedir. Bira, peynir, şarap, muz gibi gıdalarla yüksek kan basıncı, titreme, eksitasyon (psikomotor aktivitede şiddetli artış)göğüs ağrısı, anormal nabız düzeni gibi kalp rahatsızlıklarına neden olabilir. Kemik iliği baskılanması bu ilacın doz kısıtlayıcı yan etkisidir (kanama ve enfeksiyon riskini artırır). Diğer yan etkiler, bulantı, kusma, ateş, üşüme, terleme, eklem ve kaslarda ağrı yaratan soğuk algınlığı şikayetleridir. Saç kaybı, kaşıntı ve deride kızarıklık bildirilmiştir. Sinir sistemi toksisitesi (yan etkisi) baş dönmesi, yürümede bozukluk, ellerde ve ayaklarda hissizlik ve karıncalanmadır. Işığa karşı duyarlılık ve kadınlarda adet atlaması ve erkeklerde kısırlık yapabilir.

Maphthera (Rituximap): Damar yoluyla uygulanır. Yan etkileri ateş, titreme, bulantı, kusma, yorgunluk, kaşıntı, hırıltı, nefes darlığı, düşük kan basıncı ve boğazda veya dilde şişmedir. Hastalık bölgelerinde ağrı ve ateş görülebilmektedir.

İmmunolojik olarak, hastaların çoğunluğunda kan hücrelerinden B-lenfositlerinde azalma görülmüştür fakat bu enfeksiyon riskinde artışa sebep olmaz. Kemik iliği baskılanması ve anemi nadirdir. Düzensiz ve/veya hızlı nabız atışına sebep olan karditoksisite (kalp yan etkisi) bildirilmiştir. Nadiren eklem ağrıları, ishal, yüksek kan basıncı, göğüs ağrısı, iştah kaybı, iç sıkıntısı, yorgunluk, ve tat alma eksikliği yapabilir.

Topotecan (Hycamtin): Uygulaması damar yoluyladır. Başlıca yan etkisi enfeksiyon riskini artıran nötröpenidir. Düşük trombosit ve anemi de bildirilen yan etkilerindendir. Hastaların %30'unda bulantı ve kusma görülmüştür. Hastaların 1/3'ünde 40 dereceden yüksek ateş gözlemlenmiştir ve %10-12'sinde idrarda mikroskobik düzeyde kana rastlanmıştır.

Vinblastine : Uygulaması toplam dozun 1 dakika içinde damardan verilmesi şeklindedir. Bu ilaç şiddetli tahriş edici özeliğe sahip olduğu için deri atına yada kas içine verilmemelidir.

Başlıca yan etkisi kemik iliği baskılanmasıdır. Bu yan etki kandaki lökosit (akyuvar), eritrosit ve trombositlerin sayılarında düşmeye sebep olmaktadır. Bu düşüşler; enfeksiyon ve kanama riskini artırdığı gibi, egzersiz toleransının düşmesine ve nefes darlığına da neden olmaktadır. Nadiren bulantı, kusma, kabızlık ve karın ağrıları görülür. Sıkıntı, baş ağrısı, kırıklık, çenede oluşan ağrılar, idrar sorunları ve konvülsiyon (istemsiz kasılma) olarak ortaya çıkan nörotoksisite (sinirsel zarar) bildirilen yan etkilerindendir. Diğer yan etkileri, hafif saç kaybı, ağızda yara oluşumu ve deride güneşe karşı gelişen hassasiyettir.

Vincristine (Oncovin): Uygulaması damar yoluyladır. Vinkristin bazen şiddetli ağrı, nöbet, kabızlık ve mesanede fonksiyon bozukluğuna yol açan nörotoksisiteye (sinir sisteminde hasar) sebep olur. Ekstravazasyondan (damar dışına ilaç sızması) kaçınılmalıdır. in'in doz kısıtlayıcı yan etkisi nörotoksisitedir (sinirsel hasar).

Vinorelbine (Navelbine): Genellikle 20 ila 30 dakika civarında damardan uygulanmaktadır. Başlıca yen etkisi kemik iliği baskılanmasıdır. Bu yan etki düşük lökosit (kandaki akyuvar hücrelerindeki azalma) ve anemiyi kapsamaktadır. Nörotoksisite (sinir sisteminde oluşan istenmeyen yan etki) hastaların %30'unda, kabızlık ve el-ayaklarda oluşan hissizlik ve karıncalanma gibi şikayetler şeklindedir. Hastaların ¼'ünde saç kaybı görülür.

Kemoterapi Süresince Kendinize Nasıl Bakacaksınız

  • Daha az ve sık yemek yiyin. Günde 5 ila 6 defa atıştırma şeklinde yiyeceğiniz yemekler sindiriminize yardımcı olacaktır. Meyve kokteylleri bir öğün için iyi bir seçenektir.
  • Yemek yedikten sonra uzanmayın. Sindirim için kendinize ve vücudunuza 1 saat civarı izin verin. Yemekten sonra kısa yürüyüşler yapmayı deneyin, dinlenmeye ihtiyaç duyarsanız bacaklarınız gergin şekilde oturun ve başınızı yastıkla destekleyin.
  • Yemekte sıvı almayın.Bu şekilde sindirim sıvılarınız tam güç çalışacak ve sindirimi hızlandırarak hazımsızlığı azaltacaktır.Yemek aralarında alabildiğiniz kadar sıvı alın.(en azından yemeklerden 1 saat önce ya da sonra). Sebze ve meyve suları ve et/tavuk sulu çorba da içmeye çalışın. Şekerden mümkün olduğunca uzak durun eğer şekerli bir gıda yemek isterseniz, tahıldan elde edilen ürünleri deneyin.
  • Şişmanlatıcı tüm gıdalardan uzak durun. Diyetinize dikkat edin ve taze meyve, buharda pişmiş yada kaynatılmış sebzeler, hafif tahıl ürünleri ve proteinlerinizi yemeye devam edin.
  • Eğer kusma ve şiddetli ishal yaşıyorsanız, sebze çorbalarını deneyin. Bu diyetin tuzla desteklemesi elektrolitlerinizi dengede tutacağı için kendinizi güçsüz hissettiğiniz zamanlarda sizi ve vücudunuzu dengesizliklerden koruyacaktır.

8 Ağustos 2007 Çarşamba

Sık Görülen Kanserler

AKCİĞER KANSERİ
Akciğer vücudumuzun oksijen gereksinimini sağlayan organımızdır. Her organ gibi akciğerimiz de birçok hücreden oluşur. Bu hücreler akciğerin normal olarak görevini yapabilmesi için ihtiyaç doğrultusunda bölünerek çoğalırlar. Akciğer kanseri, yapısal olarak normal akciğer dokusundan olan hücrelerin ihtiyaç ve kontrol dışı çoğalarak akciğer içinde bir kitle (tümör) oluşturmasıdır. Burada oluşan kitle öncelikle bulunduğu ortamda büyür, daha ileriki aşamalarda ise çevre dokulara veya dolaşım yoluyla uzak oranlara yayılarak (karaciğer, kemik,beyin vb. gibi) hasara yol açarlar. Bu yayılmaya metastaz adı verilir. Akciğer kanserleri mikroskop altında izlenen hücrelerin görüntüsüne göre iki ana guruba ayrılır. 1. Küçük hücreli (yulaf hücreli) akciğer kanseri 2. Küçük hücreli-dışı akciğer kanseri. Bunlar mikroskop altında izlenen kanserli hücrenin görüntüsüne göre ayrılır.

KÜÇÜK HÜCRELİ-DIŞI AKCİĞER KANSERİ:
Tüm akciğer kanserlerinin %75’ini oluşturur. Yassı epitel hücreli, büyük hücreli ve adeno kanser olarak üç gruptan oluşur.

KÜÇÜK HÜCRELİ AKCİĞER KANSERİ:
Daha nadir görülen bu tür, oldukça hızlı seyirlidir ve tanı konduğu zaman çoğunlukla vücudun başka bölümlerine yayılmış olarak karşımıza çıkar.

KOLON KANSERİ:
Sindirim sisteminde ince bağırsaklardan sonra gelen yaklaşık 1,5 - 2 metre uzunluğundaki kısım kolon yani kalın bağırsaktır; bunun son 15 cm.'lik bölümüne rektum adı verilir.

Kalın bağırsak ya da kolon ve rektum kanserleri, özellikle gelişmiş batı ülkelerinin önemli bir sağlık sorunudur; A.B.D., Kanada, İngiltere, Fransa, Almanya v.b. ülkelerde toplumda görülme sıklığı yüz binde 40-60 arasında değişmektedir. A.B.D.'de yılda yaklaşık olarak 150,000, Avrupa'da 170,000 tüm dünyada ise yaklaşık olarak yılda bir milyon yeni vaka görülmektedir. Yaşam süresi boyunca toplumda her 50 kişiden birinde kolorektal kanser oluşmaktadır. A.B.D.'de tüm yeni kanser vakaları içinde görülme sıklığı erkekte ve kadında % 11 oranı ile üçüncü sırayı almaktadır.

MEME KANSERİ:
Meme kanserinin en yaygın belirtisi memede ağrısız bir kitlenin hissedilmesidir. Ancak, hastaların %10 kadarı, kitle olmaksızın ağrı hissetmektedir. Meme kanserinin daha seyrek görülen belirtileri arasında, göğüste oluşan geçici olmayan değişimler, (örneğin kalınlaşma, şişlikler, deride tahriş ya da bozulmalar, ve akıntılar, aşınma, göğüs ucunun hassaslaşması yada içe dönmesi de dahil olmak üzere göğüs ucu belirtileri yer almaktadır. Tedavisi en kolay olan erken evredaki meme kanserleri tipik olarak hiç bir belirti göstermezler. Bu nedenle, kadınların meme kanserinin erken tanısı için önerilen kontrol programlarını uygulamaları çok önemlidir. Meme kanserine erken evreda tanı konması, tedavi seçeneklerinin sayısını, tedavinin başarıya ulaşma ve hayatta kalma şansını önemli oranda arttırır. Erken tanı için temelde önerilen birbirlerini tamamlayıcı üç yöntem vardır;


Kişisel (Kendi kendine yapılan) göğüs kontrolleri
Klinik (Doktor tarafından yapılan) göğüs kontrolleri
Mamografi


Normal de doktorlar 20 yaşından sonra her ay kişisel göğüs kontrollerinin yapılmasını, kırk yaşından sonrada yılda bir kez olmak üzere klinik göğüs kontrollerini ve mamografiyi önermektedirler. Ancak daha sonraki mamogramlarınıza referans olması için otuzlu yaşlarınızda en azından bir mamografi çektirerek saklamanız önerilir Aile tarihçesi, ırk, ilk adet yaşı, çocuk sayısı gibi pek çok faktör kadınların meme kanseri için yüksek risk taşıyıp taşımadığını belirler. Aşağıdaki sorulara verilen cevaplar meme kanseri riskinin belirlenmesine yardımcı olabilir.

İlk âdetinizi 12 yaşından önce mi gördünüz?

İlk çocuğunuza 30 yaşından önce mi sahip oldunuz?

Anneniz veya varsa kız kardeşiniz meme kanseri hastası mı?

Meme kanseri olmuş kızınız var mı?

Daha önce hiç göğüs biyopsisi yaptırdınız mı?

Bu biyopsilerinizin sonucunda kanser öncesi hücrelere rastlandı mı?

Bu biyopsilerinizin sonucunda erken (yayılmamış) kansere rastlandı mı?

Aşağıda temel risk kategorileri ve temel risk kategorisi olduğu düşünülen bazı risk faktörleri yer almaktadır.

Yaş

Genetik

Kişisel tarihçe

Aile tarihçesi

Biyopsi sonucu habis olmayan oluşumlar tespit edilmesi

Adet görmeye başlama yaşı

Gecikmiş doğum

Alkol

Sigara

Yemek alışkanlıkları

Kilo

Önceki radyoterapiler

Hormon tamamlayıcı tedavi (HRT)


Evreler (Evrelar)

TNM Evreleme Sistemi:

Kanserin evrelendirilmesi amacı ile TNM sistemi geliştirilmiştir. Burada T tümörün boyutunu, N lenf benzlerinin durumunu ve M ise kanserin metastaz(sıçrama) yapıp yapmadığını belirtir.

Kanser Evrelerinin Numaralar İle Belirlenmesi:
Kanserin evresini, tümörün boyu ve kanserin yayılımı tanımlar. Evrelendirme sisteminde Evre 0 ile 4 arasında bir rakam ile belirtilir.

Evre 0: Aynı zamanda 'in-situ' olarak da adlandırılırr. Evre 0, olan kanserler yerlerinde kalmış ve çevre dokulara sıçramamış kanserlerdir. Klinik kontrollerde tanısı konan kanserlerin yaklaşık olarak %15 ila %20'si Evre 0 kanserlerdir. Evre 0 kanserler oluştukları yerlere göre ikiye ayrılırlar, eğer süt bezlerinde (lobes) oluşmuşlarsa Lobular carcinoma in situ yada kısaca LCIS, eğer süt kanallarında oluşmuşlarsa ductal carcinoma in situ yada kısaca DCIS olarak adlandırılırlar.


Evre1 : Orijinal tümör 2cm yada daha küçüktür ve kanser lenf bezlerine sıçramamıştır. Evre1 kanser tedavisi için genellikle izlenen iki yöntem vardır.

Meme koruyucu tedavi: lumpektomi (kanserli kitlenin etrafında bir parça sağlıklı göğüs dokusu ile birlikte alınması) ve koltuk altı lenf bezlerinin alınmasını takip eden radyasyon tedavisi yapılır. Gerekiyorsa kemoterapi veya hormonoterapiler eklenir.
Veya mastektomi (kanserin bulunduğu göğsün alınması operasyonu) ve koltuk altı lenf bezlerinin çıkarılması önerilir.

Evre (Stage) IIA: Orjinal tümör 2 ila 5 cm arasındadır, ve lenf bezlerine sıçramamıştır.
Evre IIB: Orijinal tümör 2 ila 5 cm arasındadır ve koltuk altı lenf bezlerine sıçramıştır, yada orijinal tümör 5 cm den daha büyüktür ve koltuk altı lenf bezlerine sıçramamıştır.

Evre II için genelde uygulanan tedavi şekli Evre I ile aynıdır (lumpektomi ve koltuk altı lenf bezlerinin çıkarılması yada mastektomi), ancak eğer tümör büyükse yada lenf bezlerine sıçramışsa kemoterapi, hormonoterapi ve radyasyon tedavisinin tamamlayıcı olarak önerilmesi daha yaygındır

Evre (Stage) IIIA: Orijinal tümör koltuk altı lenf bezlerine ve göğüs dışı dokulara sıçramıştır. Evre IIA meme kanseri için standart tedavi mastektomidir ve sonrasında bazı durumlarda göğsün yeniden yapılmasını hedefleyen estetik operasyonlar yapılabilir. Tümörün sağlıklı göğüs dokusundan bir kesim ile ayrılabilmesinin olası olduğu durumlarda, lampektomi de yapılabilir. Operasyon sonrasında genelde radyasyon tedavisi ve sistematik tedavi olarak kemoterapi ve hormon tedavisi uygulanır. Eğer tümör çok büyükse, operasyon öncesinde tümörün boyunun küçültülmesi amacıyla kemoterapi uygulanabilir, bu tip kemoterapi uygulamalarına neoadjuvant kemoterapi denir. Bazı durumlarda neoadjuvant kemoterapiye yardımcı olması amacıyla operasyon öncesi hormon tedavisi de uygulanır.

Evre (Stage) IIIB: Orijinal tümörün boyutuna bakılmaksızın, tümörün kendisini göğüs duvarına bağladığı ve göğüs lenf bezlerine sıçradığı durumlarda kanser Evre IIIB olarak adlandırılır. Evre IIIB meme kanserinin standart tedavisi genellikle neoadjuvant kemoterapi ile başlar. Orijinal tümörün boyunun istenen oranda küçülmesi ile birlikte, lampektomi veya mastektomi yapılır. Operasyon sonrası uygulanan standart tedavi ise, radyasyon tedavisi, kemoterapi ve hormon tedavisidir.

Evre (Stage) IV: Kanser göğüs dışına vücudun diğer bölümlerine (kemikler, akciğer, karaciğer yada beyin gibi) sıçramıştır. Evre IV meme kanserinin tedavisinde temel amaç yaşam süresini ve kalitesini arttırmak ve hastanın şikâyetlerini gidermektir. Tedavide genelde kemoterapi ve hormon tedavisi gibi tüm vücudu etkileyen sistematik tedaviler uygulanır. Hastanın şikâyetlerinin azaltılması amacı ile bazı durumlarda mastektomi de önerilebilir.

RAHİM
( ENDOMETRIUM ) KANSERİ:
Rahim kanseri en sık rahmin iç tabakasını oluşturan endometrium dediğimiz tabakasından gelişmektedir. Bu tabaka her menstruel siklusda (adet dönemi) değişikliğe uğrar. Menopoz döneminde ise rahmin iç tabakası olan endometriumda meydana gelen değişimlerle sonlanır. Rahim kanseri, endometrium tabakasındaki hücrelerin kontrolsuz çoğalması sonucu oluşur.Oluşan kanser hücreleri lenf bezlerine, çevre organlara veya kan akımı ile uzak bölgedeki organlara ulaşabilirler. Daha seyrek görülen rahim tümörü ise sarkomlardır. Bu tümörler rahmin kas tabakasında oluşur.

RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR?

Şişmanlık, hipertansiyon (yüksek tansiyon), diyabet (şeker hastalığı), karşılanmamış östrojen hormonu (progesteronla birlikte verilmeyen) kullanımı, meme kanseri tedavisinde etkili olan tamoksifen adlı ilacın kullanımı,geç yaşta menopoza girme, doğum yapmamış olmak rahim kanseri oluşumunda risk faktörleridir.

BELİRTİLERİ NELERDİR?

En önemli belirtisi menapoz sonrası görülen kanamadır.Menapoz öncesinde ise uzayan veya aşırı veya düzensiz adet kanamaları olan kadınlar mutlaka bir kadın hastalıkları uzmanına başvurmaları gerekir. Hastalık ilerlemişse karında şişkinlik, sarılık dışkılama güçlüğü gibi belirtiler buluınabilir.

ERKEN TANISI MÜMKÜN MÜDÜR?

Rahim kanseri, hazneden (vajina) kanamanın hastayı uyarması nedeni ile erken dönemde teşhis edilir. Hastalığın erken teşhisi için kadınlar mutlaka yılda bir kez kadın hastalıkları uzmanı tarafından muayene edilmelidir.

TANI NASIL KONUR ?

Rahim kanseri şüphesi olan kadınlardan jinekolojik muayene sonrasında küretaj yapılarak parça alınır. Küretaj materyali patolog tarafından incelenir. Kanser hücrelerinin görülmesi ile tanı konur.

NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

Rahim kanserinin ana tedavisini cerrahi oluşturmaktadır. Patoloji sonucuna göre tekrarlama ihtimali yüksek olan hastalarda cerrahinin ardından radyoterapi (ışın tedavisi) uygulanır.
Tümörü ilerlemiş veya cerrahi yapılamayan hastalarda tek başına radyoterapi de bir tedavi seçimidir. Hormon tedavisi ve kemoterapi rahim kanserinde sık uygulanan tedavi yöntemleri değildir. İlerlemiş hastalıkta tümörün özelliklerine göre hormon tedavisi veya kemoterapiye başvurulur.

RAHİM AĞZI ( SERVIKS ) KANSERİ:

Kadın rahmi gövde ve rahim ağzı kısımlarından oluşur. Rahim ağzı rahmin doğum sırasında genişleyerek bebeğin çıkmasını sağlayan kısmıdır. Bu kısmı oluşturan hücrelerin anarmal bölünmesi ve üremesi sonucunda rahim ağzı kanseri oluşur.
Rahim ağzı kanseri, jinekolojik tümörler içinde sağlıklı kadınlarda yapılan düzenli tarama ile önlenebilen yegane kanserdir. Uygulaması oldukça kolay olan Pap-smear testi rahim ağzında kanserleşme eğilimi olan hücrelerin saptanmasını sağlar. Bu hücrelerin kanserleşmeden tedavisiyle tam iyileşme mümkün olur.
Rahim ağzı kanseri oluştuktan sonra lenf bezlerine, çevre organlara ve kan damarları yardımı ile uzak organlara yayılabilirler.

RİSK FAKTÖRLERİ NELERDİR ?

Cinsel yolla bulaşan hastalıkların başında gelen AIDS virüsü (HIV) ve insan papilloma virüsü (HPV) infeksiyonları serviks kanseri oluşumunda önemli risk faktörlerindendir. Sigara kullanımı, çok sayıda kişiyle cinsel temas, cinsel hayatın erken yaşlarda başlaması diğer risk faktörleridir.

BELİRTİLERİ NELERDİR?

Cinsel temas sırasında kanama veya ağrı, anormal vajinal akıntı veya kanama, bel ve kasık ağrıları en sık belirtileridir

NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

Hastalığın yaygınlığı tedavinin şeklini belirler. Hastalığın evresine göre cerrahi, radyoterapi, radyoterapiyle eşzamanlı kemoterapi veya sadece kemoterapi uygulanabilir.
Cerrahi tedavi yerleşimi rahim ağzı bölgesinde sınırlı tümörlerde uygulanır.
Bu girişim tümörün boyutuna göre küçük cerrahi tekniklerden (biopsi), tüm rahim, rahim ağzı ve lenf bezlerinin alındığı (histerektomi ve lenfodenektomi) büyük cerrahi tekniklere kadar değişmektedir.
Radyoterapi rahim ağzı kanserinin her aşamasında uygulanabilen tedavi yöntemidir.Rahim ağzında sınırlı tümölerde cerrahi veya radyoterapi ile şifa oranları benzerdir. Ayrıca radyoterapinin etkisini arttırmak amacıyla radyoterapiyle birlikte kemoterapi uygulanabilir. Bu durumda radoterapinin yanetkileri artabilir.

ERKEN TANISI MÜMKÜN MÜDÜR?

Cinsel yaşamın başladığı yaştan itibaren kadınlar her yıl düzenli olarak kadın-doğum uzmanı tarafından muayene edilmelidir. Düzenli aralıklarla rahim ağzı ve hazne akıntısından alınan örnekler patolog tarafından incelenir. Bu sayede kanser oluşmadan önce veya çok erken evrede tanı koymak mümkündür. Erken tanı konan hastalar tamamen iyileşir.

YUMURTALIK ( OVER ) KANSERİ:

Yumurtalıklar,kadın vücudunda alt karın bölgesinde rahmin her iki yanında yer alan bir çift organdır. Büyükleri birer badem kadardır. İşlevleri yumurta üretmek ve dişilik hormonu salgılamaktır. Her adet (menstruasyon) ayında, yumurtalıklardan birisinden bir yumurta salgılanır. Bu yumurta, yumurtalıklardan rahme bir tüp aracılığı (fallop tüpü) ile ulaşır. Orada döllenirse, gebelik oluşur. Döllenmezse, adet kanaması başlar.

Salgıladığı dişilik hormonlarına östrojen ve progestron denir. Bu hormonlar memeleri, vücut şeklini ve vücut kıllarını kontrol eder, aynı zamanda adet dönemini ve gebeliği ayarlar.

YUMURTALIK (OVER) KANSERİ NEDİR ?

Kanser vücudumuzun temel taşı olan hücreyi etkilemektedir. Kanser hücreyi çeşitli mekanizmalarla etkileyince, hücreler ihtiyaç dışı anormal bölünmeye ve sonucunda kontrol dışı çoğalmaya başlar.

Sağlıklı kişilerde yumurtalıklar vücudun ihtiyacı doğrultusunda çoğalan hücrelerden oluşmaktadır. Oysa ihtiyaç dışı oluşan hücreler anormaldir ve bunlara “tümör’’’ adı verilir. Tümörler selim ya da habis olabilirler. Örneğin, 30 yaş altı kadınlarda görülen içi sıvı dolu yumurtalık kistleri selimdir. Kendiliğinden kaybolabilceği gibi gerekirse operasyonla çıkartılabilir. Selim huylu tümörler çevre dokuları istila etmezler. Ama habis diye adlandırdığımız tümörler hem yumurtalıkları hem de çevre dokuları işgal ederler. Yumurtalık kanseri karnın içinde barsaklara, mideye, hatta kan veya lenfatik yolla vücudun uzak bölgelerine kadar yayılabilirler. Böyle yayılmaya sıçrama yani “metastaz” denilmektedir.

Yumurtalık kanserlerinin birkaç çeşidi vardır. Burada biz size en sık rastlanan “epitelyal over kanseri” nden bahsedeceğiz. Diğer tipler ise çok enderdir. Epitelyal over kanserinin görülme oranı 55 kadında birdir.

ERKEN TANI KONABİLİR Mİ ?

Tanısı erken konduğunda tedavi edilebilen bir kanserdir. Ancak erken evrelerinde hastalık hiçbir şikayete yol açmadığı için tanı konduğunda hastalığın ilerlemiş olduğunu görmekteyiz. Bu nedenden dolayı yumurtalık kanserlerinden ölüm oranlarının tüm diğer üreme organı kanserlerinden daha fazla olduğunu görmekteyiz. Kadınlarda kanserden ölüm nedeni olan hastalıkları sıraladığımızda yumurtalık kanseri dördüncü sırayı almaktadır.

BELİRTİLERİ NELERDİR ?

Erken tanının zorluğundan söz edilmişti. Kanser, şikayete yol açana kadar çok ilerlemiş olabilmektedir. Şişkinlik, gaz hissi, karnın alt yarısında rahatsızlık hissi, iştah azalması, veya tokluk hissi gibi şikayetler olabilir. Hazımsızlık, bulantı, kilo kaybı dikkati çekebilir. Büyümüş tümör komşu organlara bası yapıp, sık idrar yapma isteğine yol açabilir. Daha seyrek olarak hazneden kanama görülebilir. Karnın içinde sıvı birikmesi şişkinliğe, akciğer yaprakları arasında sıvı birikmesi ise nefes darlığına yol açabilir.

TANI NASIL KONUR VE HASTALIK NASIL EVRELENDİRİLİR ?

Doktor tarafından yapılan hastalık sorgulamasından sonra hasta muayene edilir. Bu muayene, “kadın-doğum uzmanı” tarafından yapılır. Ayrıca “ultrasonografi” tetkiki ile yumurtalıklar incelenir. Buna ek olarak yumurtalık kanseri göstergesi olarak CA-125 adlı bir maddeye kanda bakılır. Ancak bu madde aynı zamanda yumurtalığın selim hastalıklarında da yükselebilir.

Kanser tanısı ancak yumurtalıktan “biyopsi” ile alınan bir doku örneğinin veya karında sıvısı olan hastalarda sıvı örneğinin “patolog” tarafından incelenmesi sonucunda konur. Karnın tanı koymak amacıyla açılarak şüpheli bölgelerden biyopsi alınması için yapılan ameliyata “laparotomi” adı verilir. Alınan örnek operasyon sırasında patolog tarafından incelenir. Eğer bu parça “kanser” tanısı alırsa, ameliyata devam edilir. Operasyon sırasında cerrahın kararına göre rahim, tüpler, yumurtalıklar, karın zarı alınır. Ayrıca diyaframdan, diğer organlardan, komşu lenf bezlerinden ve karın içi sıvıdan örnekler alınarak “cerrahi evreleme” tamamlanır ve tüm örnekler patolog tarafından incelenir. Hastalığın ne oranda yayılmış olduğunun saptanması tedavi ve takipte önemlidir. Over kanseri ameliyatları bu konuda uzmanlaşmış jinekolog onkologlar tarafından yapılmalıdır.

NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

Hastalığın yaygınlığı, hastanın yaşı ve genel durumu tedavi şeklini etkilemektedir. Over kanserinin klasik tedavisi cerrahi ve ardından yapılan ilaç (kemoterapi) tedavisidir. Bazı durumlarda hastanın şikayetlerini gidermek için radyoterapide (ışın tedavisi) uygulanabilir.

Cerrahi yaklaşımda ya “histerektomi ve iki taraflı salpingo- ooforektomi” denilen hem rahim hem de iki yumurtağın alınması, ya da “debulking” denilen ve gerekli ameliyatın yapılamağı yaygın hastalıkta mümkün olduğunca tümör dokusunun çıkartılması gibi yaklaşımlar söz konusu olabilir. Laparotomi öncesi tanı konulabilmişse ve hastalığın cerrahi olarak tam çıkartılması mümkün olamayacaksa önce ilaç tedavisi ile tümör küçültülüp sonra gerekli operasyon tamamlanır. Nadir durumlarda hastalık tek yumurtalık ile sınırlıysa ve hasta genç ve doğurmak istiyorsa; yalnızca hastalıklı yumurtalık alınır.

Ameliyattan sonra, anti-kanser ilaçların verilmesine kemoterapi denir. Bu tedavi ağızdan ilaç yutma, damardan serumla ilaç verilmesi veya karın içine serumla ilaç verilmesi gibi çeşitli şekillerde olabilir. Kemoterapi genellikle ayaktan uygulanır, hastanede yatmaya gerek yoktur. Kemoterapi ilaçları bazı istenmeyen yan etkilere neden olabilir. Uygulanan ilaçlara göre değişiklik göstermekle birlikte bulantı-kusma, saç dökülmesi, kas ağrısı, ağız yarası, infeksiyona eğilim, halsizlik en sık rastlanan yanetkilerdir. Yan etkileri gidermek için bazı yardımcı ilaçlar vardır. Kemoterapinin kan hücrelerine ve organlara olan yanetkileri düzenli yapılan kan tetkikleri ile izlenir.

TEDAVİ SONRASI TAKİP NASIL YAPILIR?

Hastalar tedavi sonrası ilk iki yıl boyunca üç ayda bir fizik muayene, kanda CA-125 tayini ve gerekli durumlarda akciğer filmi ve karın tomografileri ile kontrol edilmektedir. Sonraki üç yıl için bu kontrol altı ayda bir yapılıp, sonra da yılda bir olmak üzere yapılmaktadır..